19 Aralık 2013 Perşembe

Lâl şiir




En sevdiğin şiir ne? Uyar’ın Göğe Bakma Durağı mı?
Bir otobüs camına başını her yasladığında sen de Nazım’ın “En acayip gücümüzdür/ Kahramanlıktır yaşamak/ Öleceğini bilip/ Öleceğini mutlak” dizelerini hatırlar mısın?
Kuyruktaki yaşlı adam cebindeki bozuklukları denkleştirmeye çalışırken bir Hasan Hüseyin küfrü mü basarsın yoksulluğa karşı?
En çok hangi türküde Ahmet Arif gelir aklına?
Aşık olduğunda mı Murathan Mungan okursun, terk edildiğinde mi?
Edip Cansever en çok vapura mı yakışır, yağmurlu bir pazar sabahına mı?
Cemal Süreya’nın ilk şiirini hangi öğrenci evinde hangi sesten dinlediğinde o kentin tüm yollarını yürümek istedin?

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Sızı

Lilith
Kurem cane şêrin biha
Erzan diçe iro wiha
Ev mirina bi vî rengî
Gelek tale zor u zula.”

Yani...

“Yavrum bu kıymetli şirin canın
Bugün satılıyor ucuz pazarlarda
Böylesi bir ölüm
Çok zor, acı ve apansız.”

Bir ağıt. Bakmayın noktalara. Adet yerini bulsun diye konuyorlar cümlenin sonuna. Acı bitmiyor, gökten ve yerden ölüm yağdıraranlara ilenç üç nokta kadar sonsuz. İsyanın ünlemi bu şarkıda. Ve renklerin, seslerin, kokuların adını bilemeden, ilk adımlarını atamadan, ilk dişleri çıkamadan süt mavisi sessizliğe gömülen çocukların hayattan alacağı olan virgüller de...



Celal Başlangıç’ın anlatımına göre Kuzey Irak’tan Saddam’ın bombalarından kaçarken kucağındaki çocuğu ölen bir annenin “Uzun bir yolun göçerleriyiz biz” diye başlayan Kırmançça haykırışı. “Yarası derin” bir kadının “Yavrum” diye seslenişi.

Bu seslenişi bize ulaştıranlar da kadınlar. Lilith adında bir grup. İki Alman, bir Kürt, bir Türk ve bir Zaza kadından oluşuyor. Lilith yine Celal Başlangıç’ın anlatımlarına göre Sümerlere ait taş kabartmalarda yarı kuş, yarı insan olarak tasvir edilir. Gılgamış Destanı’nda da adına rastlanır. Musevi ve Yahudi inançlarına göre de Adem’in ilk eşi. Üstünlüğüne izin vermeyen, “İkimiz de eşit yaratıldık” diyerek terk-i diyar eden. İlk göçer, ilk “isyancı.” Kendini Adem’e geri dönmekle ikna etmekle görevli üç melek onu Kızıldeniz’de boğmakla tehdit edince O da Tanrı’nın gizli adını bildiğini, rahat bırakmazlarsa doğacak tüm bebekleri öldüreceğini söyler. Nihayetinde aralarında anlaşırlar. Lilith üzerinde kendi figürü olan nazar boncuğu taşıyan bebeklere dokunmayacaktır.

Lilith’in nazar boncuğu Uludere’de tepesine bomba yağdırılan 15’lik Seyit’te yoktu. Rojava’da yan yana dizilen çocuklarının başında dövünen, son bir defa kokularını hafızasına kazımak için çırpınan analar soğumuş küçük elleri tutarken ölü bedenlerin omuzlarında göz yaşları parlıyordu. Irak’ta işgalci Amerikan askerlerinin tecavüz edip ailesiyle birlikte öldürdüğü 14 yaşındaki Abir’i Lilith de koruyamadı. Lice’de koyunları otlatmak için evden çıkan Ceylan, havan mermisi tepesine “kazara” (!) düşmeden önce annesine “Yap” diye söylediği makarnanın hayalini kuruyordu. Ceylan’ın aklımıza kazınan korku dolu bakışları var ya, flaştan değildi... İnanmazsanız Kızıltepe’de 12 yaşında 13 kurşunla öldürülen Uğur’un fotoğraflarına bakın. Gözlerinin ta içine. Bakabilirseniz... 
Katilleriyle aynı gökyüzünü paylaştığım sürece, omzumdaki yüz binlerce virgül borcuyla ben başaramıyorum. Zannediyorum taş kabartmalardaki Lilith de...


15 Temmuz 2013 Pazartesi

Gülüşün





Gecenin bir yarısı. Üst katlarda bir yerden gelen müzik sesi uykuya tek engel ancak ezgi o kadar içli ve bir o kadar da güzel ki insan kızamıyor. İsmi ne bu şarkının? Çok tanıdık ama sözleri de anlaşılamıyor ki. Kulağıma ulaşan o duru, hüzünlü kadın sesi, o sese çok yakışan akordeon geçişleri... Tek bildiğim bu.
Kayıp bir şarkıyı bulup dinlemek dünyada edinilen en güzel “mülk” sanırım. Sahip olmak için sadece hissetmek gerekiyor. Hissetmek için de baştan sona dinlemek. Sözleri bir seçebilsem olacak, bulacağım ama yok.

22 Haziran 2013 Cumartesi

Çocukluğun "teyidi" (1)



Bu bir çocuk şarkısı. Benim de çocukluğumun şarkısı. Nerede, nasıl öğrendiğimi hatırlamıyorum. Betimlenen yaz gecesi, suya vuran ay ışığı önce şarkıyı sonra şarkının geçtiği dönemi hatırlattı ve yarım yamalak o sözleri dilime taktı.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Normalin konforunda iyi uykular



İyilikler, güzellikler sizin olsun. Bir kez bile taş değmesin ayağınıza maazallah!

Süblimleşmeyi kimya dersinde öyle öğrenmemiştik ama yazarın biri “bilinçdışına itilmiş yasak güdüleri toplumca kabul edilebilir şekle yöneltmek”olarak tanımlamış. “Suskunluk sarmalında” debelenip duran, modern olduğu kadar normal kalmak isteyen insanın çabasının güzel bir özeti... Ancak yüksek müsaadelerinizle çarpıtacağım bu tezi.

16 Mayıs 2013 Perşembe

Yeniden



Herkesin vefa borçlusu olduğu bir albüm vardır. Bir anda imdadınıza yetişir ve günlerce, haftalarca, aylarca mültecisi olursunuz birkaç ezginin...
 Benim de en çok vefa duyduğum bu albüm galiba...
Çok acı, çok ölüm, çok sabır ama az insanın olduğu o soğuk iklimde tek çare bazen saatlerce yürümekti. Sanki yürürken adımların nezaretinde daha kontrollü üzülecekmiş gibi...
Emek'te kalıyorduk. Çok'lar ve az'ların muhasebesini yapamayacak kadar ağırdım. Eğitim'den Demet bir trafik kazasında göçüp gitmişti. Bildiğim tek güzergahtan Yedinci Cadde'ye doğru yürürken hava tipik griliğini bozmamış, işe yetişmeye çalışanların çatık kaşlarını daha da meşrulaştırıyordu.

17 Mart 2013 Pazar

Buluş...



Bir koridordan geçer, bir kapıyı aşar, bir odaya girersin ya hani. 
Dalgın süzersin etrafı. Az önce aklında olan şeyi almak için gelmişsindir de bakınır kalırsın. Bu boş bakışların nedeni bellidir.          Oraya almak için geldiğin şeyin ne olduğunu unutmuşsundur...
“Neydi, neydi?” diye bulmaya çalışırken genellikle ilk iş oradakilere şöyle bir bakmak olur. “Aradığım bu olabilir mi” diye düşünmek bir yere götürmez seni. Neden buraya geldiğini değil nereden buraya geldiğini bulursan işlerin daha kolay olacağını akıl edersin...
Aslında bir nevi uyku halidir o kısa an. Fazla konsantre olmaya üşenmenin acemi bir yansıması denecek kadar basit bir durum değildir bu. Kısa sürede unutmanın hem hafifliği hem ezikliğidir.