5 Şubat 2021 Cuma

ezgilerin hayaleti


"Yok artık bu kadar az mı dinlenmiş!" diye hayretler ettiğiniz şarkılar vardır. Ya da nasıl o kadar az bilindiğine şaşırdığınız kitaplar. Bir yandan sevinir, bir yandan da hayıflanırsınız. 
1980'li yıllarda Bülent Ortaçgil ile Fikret Kızılok tarafından kurulan Çekirdek Sanat Evi de onlardan biri. 
Hayalimde canlandırdığım o sahnede, sonraki on yıllara da damga vuracak müzisyenlerin akan bir nehir gibi çalıp söylediklerini görürüm. 
Mesela Yalnız Bir Kuş şarkısı, Ezginin Günlüğü "Sabah Türküsü" albümünde de kadın vokal tarafından çok iyi yorumlanmasına rağmen asla Çekirdek Dinletileri'ndeki haline benzemez. Aralardaki doğaçlama ezgileri, o dupduru sesi ve yorumu arar kulağınız. 

Sonra bir de Yeni Türkü' den "Gurbete Kaçacağım" var ki, ateşle yaklaşmayınız! 

Jak Eşim, Cem İkizve Zeynep kayıtlarının yanı sıra Erkan Oğur'un "perdesi gitarda arayışlar" başlıklı konserleri de vardır ki; kendisinin kayıttan habersiz olduğu, sonrasında serzenişte bulunduğu rivayet edilir. Ama bugün dinlediğimizde bize kadar ulaşabildiği için biz çekenlere ancak minnet duyabiliyoruz. 

Bir de düşündüğünüzde bu yıllar 12 Eylül cuntası sonrası ortaya çıkan ve sanatla yeniden ayağa kalkmanın, bir araya gelmenin yılları. Bazıları Fikret Kızılok'un küçük oğlu tarafından çizildiği söylenen sevimli kaset kapaklarına sahip bu üretimler/ icralar iyi ki bizim kulaklarımıza, yüreklerimize de hala değebiliyor. 

Bugün kullandığınız müzik mecraları ne ise oralarda bir Çekirdek seçkisi yapın hadi siz de. İlk şarkılar şirketten, gerisi size kalmış ☺️ Haftasonu karantinasına çok güzel bir yoldaş olsun...

16 Kasım 2016 Çarşamba

Mavi


Bir Nisan günüydü. 

Bu fotoğraf için deklanşöre basıldığı gün yani. 

Çocukluğumun geçtiği yerlerde küçük bir gezintiyle başlamıştı her şey...

Direksiyonda babam, kız kardeşlerim ve annem. Henüz ekinlerin geniz yakmadığı serin bir yayla gününde hepimiz oraları ilk kez keşfetmişiz gibi yol alıyorduk. 

Sonra yamaç paraşütü yapılan alanı merak edeceğimiz tuttu. 

Oraya giden yolu tırmanırken, dikenli tellerle çevrilmiş özel bir arazinin orada, "Dur baba" dedim usulca. 

Sonra arabadan inip ardı ardına üç-dört kez fotoğraf makinesinin deklanşörüne bastım. 

Mavi, alacalı bir kuştu. 



O kadar güzeldi ki; fotoğrafın dolayımında görmeseniz, o ana çıplak gözle tanık olsanız nefesiniz kesilir. 

Çok zaman sonra uçmak aklına geldi de, birkaç kare de havalanırken çekebildim. 

Sonra çimento fabrikasının yemyeşil dağı nasıl hançerlediğine daha fazla dayanamayıp geri döndük. 

Ceviz ve dut ağaçlarının görkemli gölgelerinin vurduğu büyük balkonda çay içmek bizim köyde akşamüstü geleneğidir. Yanılmıyorsam onun öncesiydi...

Annem camın önünde durmuş, mırıldanıyordu. 

"Ne yapıyorsun? Hadi dışarı" dedim. 

"Dua ediyorum" dedi. 

"Neye?" diye sordum, çünkü her zaman bu soruya verecek anlamlı bir cevabı olur. 

"Mavi kuşa, hani kaçmadı ya. Sen kaç kere makineye bastın, ses çıktı silah sesi gibi, kaçmadı yavrum. İnşallah bir daha ses duyarsa kaçar."

"..."


****

O mavi kuşu hatırlayınca benim de boğazım düğümlendi o andan sonra. 

Bir de eşsiz bir miras devraldım galiba...

Bir insanın ancak kendi yüreğini kazarak derinleşebileceğini öğrendim. Acı ihtiva etmesi normal tabii böyle bir eylemin. 

Bir annenin bir minik mavi kuş fotoğraf makinesinin sesinden kaçmıyor diye onun için kaygılanabileceğini, kaçsın diye dilekler dileyebileceğini gördüm çünkü. 

Sonra Anadolu'da annem gibi binlerce kadının olduğunu bildim, sezdim, mutlandım. 

Sadece insan yavrularını değil; hayvan yavrularını da koruyan, kendini tüm doğanın annesi, doğayı ise tüm benliğinin doğurucusu olarak gören milyonlarca kadının buralarda sesinin yankılandığını duydum. 

Filizleri boşu boşuna koparan torununu azarlayan nineleri, en korkunç yılan için bile "Sen ondan kaçmadan o senden kaçar, asıl korkacağın insandır" diyen ırgat kadınları, evladını emzirir gibi çiçek sulayan neşeli komşuları. 

****

Bu böyle... Kadim zamanların Umay Ana'sından bu yana. Hani bebeklerin, doğmamış bebeklerin, hamilelerin, kurdun kuşun koruyucusu. 

Yeryüzü tanrıçası olduğu rivayet edilen... Şefkat, rahim gibi pek çok anlama gelen...

Hani bazı söylencelerde Huma Kuşu'na dönüşen, yükseklerden seslenen...

Kaçmayan, meydan okuyan...

Belki de o mavi kuş gibi kaçmazsa başına kötü bir şey gelmesin diye adına dilekler dilenen...

****

Birkaç Nisan geçti...

Kavurucu bir Haziran günüydü. 


Bu fotoğraf için, başka birinin deklanşöre bastığı gün yani. 

Umay Ana'nın gözyaşları Antalya Adrasan'daki o yangını söndürüp bebe serçeleri, kaplumbağaları ve bilcümle varlığı korumaya yetmemişti. 




Belki artık eski yakıcılığında değil bu yangın karesi. 

Ancak insan yavrusundan çiçek tomurcuğuna kadar ne varsa korumayı bilenlerde, o fotoğrafın tarifsiz acısı küllenmedi. 

"Bir yangın gözyaşlarıyla söner mi?" diye sormadan, yüreği yeryüzündeki tüm yavruların anası gibi çarpan kadınlar hala o serçeyi kurtarıyor rüyalarında... 

O yüzdendir ki bin yıllardır en çok kadınlar umut etmekten vazgeçmiyorlar. Tüm karanlıklar bedenleri üzerinden sınansa da...

Umay Ana gibi, kaçmıyorlar, meydan okuyorlar. 

Bir serçe daha donmasın alevlerde diye... 

24 Mayıs 2016 Salı

İnceden

Gündelik yaşamın bazı ayrıntıları vardır. O meşhur şiirin, o vurucu dizelerini değiştirme isteği verir. “Ah, birilerinin de vakti var/ Durup ince şeyleri anlamaya”* demek ister insan.

Bu naifliklerin nerede karşımıza çıkacağı belli olmaz. Kim yaptıysa hemen kopya çekmek isteriz ki; böyle kopyacılığa can feda!

Banka kuyruğunda kendinden sonra gelen ancak ayakta bekleyemeyecek insanlar için de bir sıra fişi fazla almak…

Son dönemin meşhur çıkartmalarını bir ilkokulun yan tarafına çaktırmadan bırakmak ve gülümseyerek onu ilk bulan çocuğun sevincini hayal etmek…

Otobüse, vapura filan binerken bebek arabasını tek başına taşıyan anneyi göz hapsine alarak ilk el atan olmak…

Bazen mahallenin delisi olmak pahasına bildiğini okumak… Ama ne yalan söyleyelim, o bildiğini biraz da tersten okumak…

14 Ocak 2014 Salı

Umut dediğin...


Hayat bazen dokunur insana...
Terslikler daha sabahtan başlar. Otobüs kesin kaçırılır, her beş adımda üç kişiye çarpılır, sokağın normal uğultusu 80 desibel ise hissedilen gürültü 150 desibeli bulur, çekilmez...
Trafik lambası tam önüne geldiğinde dur der, kırmızı...
Market sırasında senden sonra gelen bilmem kaç kişi yandaki sıradan akar gider...
Pilavın dibi tutar. Cezveyi değiştirmene, taze çekilmişinden almana rağmen kahve de köpürmez.

19 Aralık 2013 Perşembe

Lâl şiir




En sevdiğin şiir ne? Uyar’ın Göğe Bakma Durağı mı?
Bir otobüs camına başını her yasladığında sen de Nazım’ın “En acayip gücümüzdür/ Kahramanlıktır yaşamak/ Öleceğini bilip/ Öleceğini mutlak” dizelerini hatırlar mısın?
Kuyruktaki yaşlı adam cebindeki bozuklukları denkleştirmeye çalışırken bir Hasan Hüseyin küfrü mü basarsın yoksulluğa karşı?
En çok hangi türküde Ahmet Arif gelir aklına?
Aşık olduğunda mı Murathan Mungan okursun, terk edildiğinde mi?
Edip Cansever en çok vapura mı yakışır, yağmurlu bir pazar sabahına mı?
Cemal Süreya’nın ilk şiirini hangi öğrenci evinde hangi sesten dinlediğinde o kentin tüm yollarını yürümek istedin?

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Sızı

Lilith
Kurem cane şêrin biha
Erzan diçe iro wiha
Ev mirina bi vî rengî
Gelek tale zor u zula.”

Yani...

“Yavrum bu kıymetli şirin canın
Bugün satılıyor ucuz pazarlarda
Böylesi bir ölüm
Çok zor, acı ve apansız.”

Bir ağıt. Bakmayın noktalara. Adet yerini bulsun diye konuyorlar cümlenin sonuna. Acı bitmiyor, gökten ve yerden ölüm yağdıraranlara ilenç üç nokta kadar sonsuz. İsyanın ünlemi bu şarkıda. Ve renklerin, seslerin, kokuların adını bilemeden, ilk adımlarını atamadan, ilk dişleri çıkamadan süt mavisi sessizliğe gömülen çocukların hayattan alacağı olan virgüller de...



Celal Başlangıç’ın anlatımına göre Kuzey Irak’tan Saddam’ın bombalarından kaçarken kucağındaki çocuğu ölen bir annenin “Uzun bir yolun göçerleriyiz biz” diye başlayan Kırmançça haykırışı. “Yarası derin” bir kadının “Yavrum” diye seslenişi.

Bu seslenişi bize ulaştıranlar da kadınlar. Lilith adında bir grup. İki Alman, bir Kürt, bir Türk ve bir Zaza kadından oluşuyor. Lilith yine Celal Başlangıç’ın anlatımlarına göre Sümerlere ait taş kabartmalarda yarı kuş, yarı insan olarak tasvir edilir. Gılgamış Destanı’nda da adına rastlanır. Musevi ve Yahudi inançlarına göre de Adem’in ilk eşi. Üstünlüğüne izin vermeyen, “İkimiz de eşit yaratıldık” diyerek terk-i diyar eden. İlk göçer, ilk “isyancı.” Kendini Adem’e geri dönmekle ikna etmekle görevli üç melek onu Kızıldeniz’de boğmakla tehdit edince O da Tanrı’nın gizli adını bildiğini, rahat bırakmazlarsa doğacak tüm bebekleri öldüreceğini söyler. Nihayetinde aralarında anlaşırlar. Lilith üzerinde kendi figürü olan nazar boncuğu taşıyan bebeklere dokunmayacaktır.

Lilith’in nazar boncuğu Uludere’de tepesine bomba yağdırılan 15’lik Seyit’te yoktu. Rojava’da yan yana dizilen çocuklarının başında dövünen, son bir defa kokularını hafızasına kazımak için çırpınan analar soğumuş küçük elleri tutarken ölü bedenlerin omuzlarında göz yaşları parlıyordu. Irak’ta işgalci Amerikan askerlerinin tecavüz edip ailesiyle birlikte öldürdüğü 14 yaşındaki Abir’i Lilith de koruyamadı. Lice’de koyunları otlatmak için evden çıkan Ceylan, havan mermisi tepesine “kazara” (!) düşmeden önce annesine “Yap” diye söylediği makarnanın hayalini kuruyordu. Ceylan’ın aklımıza kazınan korku dolu bakışları var ya, flaştan değildi... İnanmazsanız Kızıltepe’de 12 yaşında 13 kurşunla öldürülen Uğur’un fotoğraflarına bakın. Gözlerinin ta içine. Bakabilirseniz... 
Katilleriyle aynı gökyüzünü paylaştığım sürece, omzumdaki yüz binlerce virgül borcuyla ben başaramıyorum. Zannediyorum taş kabartmalardaki Lilith de...


15 Temmuz 2013 Pazartesi

Gülüşün





Gecenin bir yarısı. Üst katlarda bir yerden gelen müzik sesi uykuya tek engel ancak ezgi o kadar içli ve bir o kadar da güzel ki insan kızamıyor. İsmi ne bu şarkının? Çok tanıdık ama sözleri de anlaşılamıyor ki. Kulağıma ulaşan o duru, hüzünlü kadın sesi, o sese çok yakışan akordeon geçişleri... Tek bildiğim bu.
Kayıp bir şarkıyı bulup dinlemek dünyada edinilen en güzel “mülk” sanırım. Sahip olmak için sadece hissetmek gerekiyor. Hissetmek için de baştan sona dinlemek. Sözleri bir seçebilsem olacak, bulacağım ama yok.