18 Temmuz 2012 Çarşamba

"Yaşama dair fısıldamalar" *

Bir yanıyla biriktirdiklerimi bitirmemek için, bir yanıyla da bitirmem gerekenleri biriktirmemek için yazıyorum.

İnsan beyninin saydam, yalın, arınmış olduğunu varsayarak yazıyorum. Varsayarak yaşadığımız gibi...

Belki de bazen "Eh yaşıyoruz işte", bazen de "Yaşamak güzel şey be kardeşim" diyebilmek için, ilki daha çok olsa da "olsun varsın" diyebilmek için yaşıyorum.

Usta bir şiiri dost kahvesi içercesine okuyabilmek için, gri bulvarlardan rengarenk şarkılarla yürüyebilmek için, yok sayılanların hesabına öfke dolu, sunturlu bir çentik daha atabilmek için, yok sayan "güçlü"lerin donuk gözlerine tam onikiden bakabilmek için, hayata dair söylenmiş sözlerin altı milyarda biri olabilmek için yazıyorum.


Terk ettiği şehre otobüs camından son bir kere bakamayıp, boğazındaki yumruğun o ana kadarki tüm gülüşleri acımasızca hırpalamasına "gık" demeyenlere yazıyorum.

Müebbet yoksulluğa mahkum edilenlerin, ırgat pazarlarında sabah altı mahmurluğunda bekleyenlerin umutsuzluğu yere çalacağı, yağmurlu günlerde evladının yırtık çizmeleri su almasın diye lastik çizmelere poşet geçiren babaların mahcubiyetini unutacağı günü görmek için yaşıyorum.

Beş yaşında bayramlık elbiselerimi giyerken tattığım heyecanı hatırlayabilmek için, dedemin ezberlettiği cemrelerin sırasını takip edebilmek için, asmaların ortasındaki ceviz ağacının en yükseğinden ovayı seyredebilmek için... Mayısta yağmur sonrası badem çağlalarını toplamak uğruna ıslanmayı göze alabilmek için...

Yangın yeri bir dünyaya doğan bebeklerin dökülen gözyaşlarını yerden tek tek toplayabilmenin isteğini duyumsamanın yanı sıra, imkansızlığını da bilip buna rağmen hepsine "hoşgeldiniz" diyebilmek için...

Sevdanın "pazar"da satılan bir tür yaşam çeşnisi olmadığını kanıtlayan o güzelim türküleri ağız dolusu söyleyebilmek için, tutkuyla okunan bir kitabın son sayfalarına yaklaşırken üç kağıt olsun diye yavaşlayabilmek, kitap eninde sonunda bittiğinde ise aynı kitabı aynı merakla okuyabilme arzusuyla hafızanın silinmesinin bir an önce icat edilmesi gerektiğini düşünmek, sonra da bu düşünceyle dalga geçebilmek için...

Yazmayı yaşamın ta kendisi haline getirebilmiş olanlara gıpta edebilmek için...

Ertelenen ne varsa, -söylenmemiş bir şarkı, adrese teslim, iadesiz ancak taahhütlü bir çığlık, izlenmemiş bir film, çalınmamış bir enstrüman, tutulmamış bir söz- ertelemenin verdiği huzursuzluğu harekete dönüştürebilmek için...

Susmanın verdiği yıllanmış açlıkla konuşmaya, gerçekten halsiz hatırsız konuşmaya susamışlığımdan yazıyorum, yaşıyorum.

Ama yine de sessizliğin "sözsüzlük" olmadığını iyi biliyorum.

Kendi ıssızlığında sözsüz kalmayı tercih edenlerin sesi olabilecek kadar büyümediğimi bildiğim gibi... 

* Eskilerden bir yazı... 17.8.2009 Kent Yaşam'dan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder