Özne olmak zordur...
Çünkü özne olmanın bedeli acıtan, örseleyen, hırpalayan yüklemlerdir.
Birileri "birey olma" tartışmalarıyla komünal bir egoizm (!) yaratarak
kendi şizofrenik dünyalarında zaafları ile harmanlanırken, özne olabilen
her şeyini gerçekten ama her şeyini verir. Herkes aynı anda
gülümseyebilsin diye... Özü dışında.
"Acıyı bal eyleyenlerin" bir bildiği vardır... Bu iğrenç denklemde rakam
olmayacağını haykıran, "Al beni sıfırla çarp" diyenler haybeye sıfırı
tüketmezler.
Bölüp çarpıp yönetme gayesindekilerin karşısında ömrünü ortaya koyarak,
"Sen yoksan bir eksiğiz" sözünün mütevazılığında toplananlar özne
olabilenlerdir.
Özne olan özleme müebbet hükümlüdür. Her zaman uğurlanan olmak istese de
uğurlamalarda gözyaşını içine akıtmak, kimsenin gözünün içine bakmak
istemeden yitik bir sızıyla göz göze gelmek öyle kolay değildir...
Yanlış söz doğru anlaşılamaz ya, dünyanın en doğru sözlerinin söylendiği
türkülerin ozanı olmak da, adına türkü yakacak ozana ilham vermek de
zordur. Çünkü özne olmak sadece kuşları, ağaçları, kardelenleri,
insanları özellikle de yoksullaştırılan insanları, ezilenleri beden
sadece kalpten ibaret olsa bile sevmeye yetmeyecek bir tutkuyla
sevmektir.
Kalabalık bir peronda bekleşen insanların sola dönük yüzlerindeki
sabırsızlığın resmini görebilmek kadar, istasyona yaklaşan makinistin
umursamazlığını da görebilmektir özne olmak. Ayrıca dalga geçebilmektir
makinistle, nasıl olsa gelmek zorundadır o tren o istasyona, rayları
tarih yazılarak döşenmiştir çünkü...
Nesne olmak zor değildir... Kolay da değildir... Bu ikilemi bilenler
"derya içre olup deryayı bilmemek" demiştir bu duruma, daha fazla lafa
gerek de yoktur aslında...
Bir deterjan, bir şampuan, bir çikolata, bir tek taş veyahut bir araba –iyisi kötüsü fark etmez- reklamı iyi yapılırsa milyonlarca kadını
veya erkeği anında nesneleştirebilir. Ve nesneleşmeye kendini bırakmak, simgelerden, şiirlerden, sevdadan vazgeçmek çok da zor değildir.
Bazen de nesne olduğunu sahiplere anlatabilmek, uslu bir çocuk olduğunu
kanıtlamak gerekir. Dışarıda bağıran, çağıran ‘şiddet düşkünlerine’ "cık
cık" çekerek, davet edildiği sarayda önündeki ordövr tabağına aval aval
bakanlar, kalıbı çıkarılıp işportada satılacak kadar uslu birer çocuk
da olurlar ama maalesef hiçbir zaman Şirinler’i göremezler, şanslarına
nedense hep Gargamel çıkar...
Soru şu: Hayat özne ve nesnelerden mi ibaret?
Bir de gizli özne var.
Şimdilik başkalarının yüklemlerine iliştirilmiş.
Ama yine de bilerek veya bilmeyerek nesneleştirilenlerin dünyasına direnmeye çalışıyor.
Ve deryalarca çok...
Gizli özne açık gerçekleri yani kendini ileri götürecek trenin hiçbir
zaman kalbinin olmadığı taraftan gelmeyeceğini anladı, anlıyor ve
anlayacak...
Şimdi yüzünde yine aynı ifade,o görkemli treni bekliyor...
Umutla, özlemle, sabırla...
Sevgiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder